top of page

OSMANLI’DA BİR DEHA: MİMAR SİNAN (1489?-1588)

1.MİMAR SİNAN KİMDİR?

1.1.Ailesi ve Çocukluğu

    Mimar Sinan’ın doğum tarihi tam kesin olmamakla bazı kaynaklarda 1489, bazılarında 1490, bazılarında ise 1494 olarak belirtilir. Çelişkili olan doğum yerinin ise Kayseri Ağırnas köyü olduğu, Sinan’ın Kayseri’deki akrabalarıyla yazışmaları ve ilişkileri devam ettiğinden, belgelerle de desteklenerek kesinleşmiştir. Bu verilere göre Sinan’ın Hırvat, Slav, Acem veya Bosna kökenli olmadığı açıktır.[1] Hristiyan bir ailenin çocuğu olan Sinan’ın babasının adı Abdulmennan olup, bu isim daha çok Hristiyanlık’tan İslam’a dönüş yapanlar için kullanılıyordu. Annesinin adı ise Emine veya Kamer Hatun idi.[2] O dönemde Kayseri kozmopolit bir yapıya sahip olup Türkler, Hristiyanlar, hatta Moğolların bile hala yaşadığı bir şehirdir.

    O, Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu’da ilk kez başlayan devşirme sistemiyle Osmanlı askeri sistemine alınmıştır. Zira o döneme kadar devşirmeler Balkanlar’dan seçiliyordu. Kendisiyle birlikte seçilen çocuklarla Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a gitmesiyle asıl hikâyesi başladı.

1.2.Eğitimi ve Askerliği

    Devşirme çocuklar genellikle İslam dinini ve Türkçeyi iyice öğrenmeleri için Türk ailelerin yanına verilirdi. Fakat Sinan’ın bir ailenin yanına verildiğine dair elimizde kanıt yoktur. Çocukluğundan beri Türkçe konuşulan bir aile çevresinde büyümüş olan Sinan, daha çok Karamanlı cemaatine yakın veya buraya mensuptu.[3] Sinan getirildiği, sonradan İbrahim Paşa Sarayı olarak anılacak olan, At Meydanı Sarayı’nda dilbilgisi, matematik, el sanatları, at binme, ok atma konularında dersler aldı ve zanaat dalları arasında kendi isteğiyle neccarlığı (ahşap ustalığı) seçti.1520’de Yavuz Sultan Selim vefat edince oğlu Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktı. Sinan bu sırada yeniçeri oldu. Bu dönemde Osmanlı’nın ihtiyaç duyduğu yeni yapıların, köprülerin, su kanallarının inşasını sağlayan birim Hassa Mimarlar Ocağı idi. Bu ocak; hem yeni yapılar inşa eder, hem eskilerini onarır, hem de bir eğitim kurumu görevi görerek yeni mimarlar yetiştirirdi. Ocağın başındaki kişiye ise saray özel mimarlarının başı anlamına gelen “Ser Mimaran-ı Hassa” denirdi. Mimar Sinan da aldığı eğitim dolayısıyla Yeniçeri Ocağı’na bağlı Hassa Mimarlar bölümünde görev alıyordu.


Mimar Sinan'ın Temsili Resmi
Mimar Sinan'ın Temsili Resmi

1.3.Katıldığı Seferler ve Yaptığı Gözlemler

    Yeniçeri olarak Osmanlı ordusunda görev aldığı zaman birçok sefere katılmıştır. 1514’te İran’a karşı yapılan Çaldıran Seferi’ne katılarak Tebriz’de İran sanatını tanıdı.[4] Ardından Mercidabık ve Ridaniye seferleriyle Kahire’ye girilince buradaki mimariyi gördü ve Mısır piramitlerine hayranlığı böylece başladı. 1521’de Belgrad Seferine, 1522’de ise Rodos Seferi’ne katılmış, burada batılı şövalyelerin yaptıkları Gotik mimari ve sanatını yakından tanımıştır. Belgrad seferi sonrasında atlı sekban sınıfına ayrılmıştır.[5] 1526’da katıldığı Mohaç Seferi’nde ise mimari yeteneğinin ilk kez keşfedildiği söylenebilir. Çünkü ordunun geçtiği yollarda karşılarına Sava Nehri çıkmış ve bu nehirden tüm ordunun sağlam şekilde geçebilmesi için bir köprü yapması gerekmiştir. Bu görevi üstlenen Sinan, köprüyü tüm orduyu taşıyacak şekilde kısa sürede ve sağlam biçimde inşa etmiştir. Mohaç Savaşı’ndan sonra kapı yayabaşısı olmuş ve zemberekçibaşılığına tayin edilmiştir. Bu, görevinin artık seferler sırasında kuşatma kuleleri yapmak, kale kapılarını açmak için koçbaşı hazırlamak, düşman surlarının altından tüneller açarak patlatmak olduğu anlamına geliyordu. Bundan sonra 1529’da Viyana ve 1532’de Alman Seferleri’ne de katılmıştır.1534’ deki Bağdat Seferi’nde ise ordunun karşısına çıkan Van Gölü’nü aşmak için yaptığı kadırgalarla mimari gücünü tekrar konuşturmuştur. Ayrıca o, bu seferde Sadrazam Lütfi Paşa’nın kendisinden isteği üzerine inşa ettiği gemilerle karşıya geçip Safevi askerleri arasında istihbarat toplamıştır. Bu sefer sonunda kendisine düşünceleri önemsenen ve danışılan anlamında “Haseki” unvanı verilmiştir. 1537’de katıldığı Korfu Seferi’nden sonra onun için önemli olan bir diğer sefer 1538’deki Boğdan Seferi oldu. Sefer sırasında Prut Nehri üzerine bataklığa 13 gün gibi kısa bir sürede inşa ettiği köprüyle ismini tüm Osmanlı ordusunda unutulmaz kıldı. Köprü, Osmanlı ordusu tarafından kullanıldıktan sonra düşmanın da işine yaramasını önlemek amacıyla kendisinin ısrarıyla yıkılmıştır.

     Onun hayatının bu kısmından anlamamız gereken en önemli nokta şudur: katıldığı seferler sırasında İran, Suriye, Mısır, Balkanlar, Macaristan gibi birçok yeri görüp oradaki yapıları yakından inceleme fırsatı bulmuştur. Böylece bu tecrübelerini daha sonra yapacağı şaheserlerinde kullanabilecektir. Ayrıca bu seferlerdeki coğrafyalarda gördükleri dışında İstanbul’da Ayasofya, Üç Şerefeli Cami, Eski Fatih ve Bayezid Camileri’ni de incelemiştir. Zira Sinan, bir Ayasofya hayranıdır ve Osmanlı mimarları içinde Ayasofya’yı en iyi anlayan da kendisidir.. Sinan mekân kavramında onu çözmeye çalışır, özümser ve aşmaya gayret eder, nihayetinde onu geçmeyi başaracaktır.

   O,

“Tıpkı bir pergelin sabit bir ayağı gibi kararlı oldum; pergelin diğer ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim. Her yüksek eyvandan her köşe her viran tekkeden bir kırıntı belleyip İstanbul’a döndüm.”[6] 

sözleriyle bu gözlemlerini anılarında ifade etmiştir.


2.ÇIRAKLIK DÖNEMİ:

Bu dönem onun için, devlet büyükleri ve hanedan mensupları adına yapılar inşa etmeye başladığı bir zamandır.  

                                                                                                                                                 

2.1. Şehzade Cami ve Külliyesi: Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmed için Manisa’da 1544’ de yapılan Selatin Camilerin[7] ilki olan camidir. Camiyi genç şehzadenin acısını yüreğinde hissederek, onun gibi aydınlık ve parlak olacak şekilde bir pencere düzeni oluşturarak inşa etmiştir. Burada ilk defa yarım kubbe problemini ele alıp, dört yarım kubbeli ideal bir merkezi yapıyla Rönesans mimarlarının hayallerini gerçekleştirmiştir. Bunu ise daha önce gördüğü Diyarbakır Fatih Cami’deki sorunları burada düzeltmeye çalışarak başarmıştır.[8] Avlu ile ana mekânın birleştiği köşelerde yükselen iki minare Osmanlı dönemi Türk mimarisi için alışılmamış bir bezemeye sahiptir; bunların taş gövdeleri, Türk sanatının başka dallarında çok rastlanan, taşa işlenmiş kabartma motiflerle zenginleştirilmiştir. Sinan böyle bir mimari süslemeyi ilk ve son defa burada uygulamıştır.[9] 


Şehzade Cami
Şehzade Cami

Bu cami ayrıca Mimar Sinan’ın daha sonra göremeyeceğimiz kadar bol süslemeye yer verdiği tek eseridir. Külliyesini oluşturan binalar ise sıbyan mektebi, medrese, aşhane ve tabhane (misafirhane) dir. Şehzade Mehmed’in camisinden önce tamamlanan türbesi de yine külliye içinde yer alarak, dışarıdan renkli taş süslemeli, içeriden ise çok güzel çinilerle bezeli olup adeta genç şehzade için cennetten bir köşe etkisi oluşturur.                                                                                                                               

3.KALFALIK DÖNEMİ 

     Çıraktan daha fazla, ancak bir ustadan daha az bildiğini düşündüğü bu döneme damgasını vuran yapı Süleymaniye Külliyesi olmuştur.                                                                                                                

3.1. Süleymaniye Külliyesi: Yüzyılın tam ortasında, Kanuni Sultan Süleyman’ın bizzat isteği üzerine yapılan bu külliye için Mimar Sinan büyük bir teşkilat kurup harekete geçmiştir. Muazzam külliye ile cami 1557’de tamamlanmıştır. Külliye cami, medreseler, sıbyan mektebi, hastane, imaret, tabhane, kervansaray gibi yapılardan oluşmuştur. Fatih’ten sonra ikinci büyük üniversite olacak yapı, 18 ayrı binadan oluşur. 52 metre yüksekliğiyle Ayasofya’dan sonra en yüksek kubbeye sahip olan camisi iki yarım kubbeyle desteklenmiş, yarım kubbeler ise eksedralarla[10] genişletilmiştir. Mimar Sinan dört minareyi avlunun köşelerine yerleştirerek Haliç kıyılarından seyredildiğinde cami kitlesinin kademeli bir biçimde adeta göğe doğru yükselmesini sağlamıştır.[11]   


Süleymaniye Cami ve Külliyesi
Süleymaniye Cami ve Külliyesi

Mihrap duvarının arasındaki hazirede Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın türbeleri yer alır. Tambursuz, kale nişleriyle ihtişamı artan bir kubbenin üstünü örttüğü Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, içten ve dıştan mızraklı nöbetçiler gibi türbeyi çevirmiş olan 33 sütuna sahiptir. Hürrem Sultan Türbesi ise dıştan çok sade olup mermerden yapılmıştır. Dışı ne kadar sadeyse içi de bahar havası oluşturan çinilerle bir o kadar zengindir, Sinan’ın kendi türbesi de oldukça sade ve mütevazi bir şekilde bu külliyenin dış köşesinde yer alır.[12] Buraya yapılan harcamalar Süleymaniye Masraf Defterleri olarak günümüze kadar gelmiştir ve her işçinin ücreti karşılığı çalıştırıldığı da açıkça anlaşılmaktadır. Yapı, Ömer Lütfi Barkan tarafından yıllarca incelenmiştir.[13] 

4. USTALIK DÖNEMİ

     İnsanlar binlerce yıldır gökyüzüne bakıp onu kubbe şeklinde hayal etmişlerdir. Türkler için kubbe, yıllarca yaşadıkları otağ denen çadırlarının evreni ve göğü temsil eden bir mikro- kozmosu olmuştur. Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eserine hâkim olan yapının ana unsuru da yine kubbedir.                                       

4.1. Selimiye Cami ve Külliyesi: Mimar Sinan’ın ustalık dönemi Kanuni Sultan Süleyman’ın vefat ettiği, yerine oğlu II. Selim’in geçtiği döneme rastlar. II. Selim, baş mimar Mimar Sinan’dan eski başkent Edirne’de dünyada eşi benzeri ve olmayan bir cami inşa etmesini ister.1568’de yapımına başladığı bu camiyi, yıllardır yarıştığı ve hayran olduğu tek eser olan Ayasofya’yı nihayet geçmeyi başardığı için “ustalık eserim” adıyla anmıştır. Külliyesinde diğerlerinde olduğu gibi çok çeşitli ve çok sayıda ek binalar yoktur. Külliye içinde sadece 2 medrese ve şehre bakan tarafta bir arasta (çarşı) vardır. Bu yapıda asıl ağırlık ve özen camidedir.  Buranın camisi için Ayasofya’nın kubbe çapında bir kubbe büyüklüğü seçerek kubbeyi sekiz kemer[14] üzerine oturtmuş ve güvenliği esas alarak bunu iyice vurgulamıştır.[15] Ayasofya kubbesinin yüksekliği 55 metre iken, Selimiye kubbesi 43 metredir. Dikdörtgen şeklindeki caminin iç mekânının kare kısmı sekizgen biçimde olup Şehzade Cami’nden beri ilk kez burada hat, çini, bezeme gibi diğer geleneksel sanatlar en çapıcı şekilde parlamıştır.[16] Gökyüzünü andıran kubbesi dışında, cami çok uzaklardan 4 minaresiyle de göze çarpar durumdadır. Her biri üçer şerefeli, külah hariç 71 metre olan dört minaresi kubbeyi çevreleyerek sanki onu gökyüzüne doğru yükseltmektedir. Öndeki minarelerde her şerefeye ayrı yollardan çıkılması, böylece minareye tırmanan insanların asla birbirini görmemesi de mimarın tekniğindeki bir diğer ustalık belirtisidir.[17] Mimar Sinan bu camide ışığı tüm mekâna eşit şekilde yayarak rakibi Ayasofya’nın kasvetli yapısından da kurtarmış, böylece Ayasofya’dan tamamen farklı, kendine özgü bir sanat eseri ortaya çıkarmayı bilmiştir. Avustralyalı sanat tarihçisi Ernst Diez Selimiye için: “Yapının bıraktığı etki büyüklük, yükseklik ve ışık bakımından yeryüzündeki tüm yapıların üzerindedir.”[18] demiştir.



Selimiye Cami Kubbe Planı
Selimiye Cami Kubbe Planı
Selimiye Cami
Selimiye Cami

         Selimiye Cami, dev tek kubbesiyle ortak mekân algısının zirvesidir. Mimar Sinan ünlü “Koca” lakabını ise bu yapı tamamlandığında yaşlılığı sebebiyle almıştır.[19] Zira cami 1574’te tamamlandığında Mimar Sinan 83 yaşına gelmiştir.                 

5. MİMAR SİNAN’IN VEFATI VE MEZARI

     Mimar Sinan hayatı boyunca iki defa evlenmiştir. İlk eşinden adlı Mehmet kendisi ölmeden önce şehit olan bir oğlu ile Mustafa adlı oğulları, Hüma ve Hatice adlı kızları olmuştur. İkinci evliliğinden ise Ümmihan ve Neslihan adında kızları vardır.[20] Mimar Sinan, bir asra yakın uzun ömründe Osmanlı’nın Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad olmak üzere dört padişah dönemini görmüştür. Rahatsızlanıp yatağa düştüğü son günlerinde ateşini düşürmek için yanında olanlar evindeki çeşmesinden akan su bulamamışlardır. İstanbul’a sağladığı su yollarında yaptığı bir çeşmeden boşa akan suyu “Kendi evine boru döşemiş çekiyor.” şeklinde asılsız dedikodular çıkararak, Sinan’ı III. Murad’a şikâyet edip sorguya çekilmesine neden olanlar İstanbul’u sulayan mimarın evinde böylece susuz öldüğüne şahit olduklarında ise artık çok geçtir.

    Mimar Sinan, ömrünün son yıllarında Fatih’ten Edirnekapısı’na uzanan yolun solunda kendi adına bir Mimar Sinan Mescidi yapmıştır. Dikdörtgen şeklinde birbirine bitişik iki mekândan oluşan bu sevimli yapının üstü kiremit kaplı bir çatıyla örtülüdür. İki mekânın birleştiği köşede sekizgen kaide üzerinde yükselen taş minaresinin üstünde şerefe[21] olmayıp bir dizi ezan okuma penceresine sahiptir. Maalesef 1918 yangınında tamamen yok olan bu mescid, günümüze ulaşamamıştır.

    Doğum yılı konusunda farklı tarihlerle karşılaşsak da vefatının 1588 olduğu genel kanıdır. Her yıl 9 Nisan “Mimar Sinan’ı Anma Günü” olarak kutlanır. O, kendi mezarını başkalarına yaptığı onca ihtişamlı türbelerden sonra beyaz taşlı küçük, sembolik bir kuleyle örtülü olarak gayet sade ve mütevazı bir şekilde tasarlayıp, Süleymaniye Cami’nin dış köşesine yerleştirerek buraya gömülmeyi vasiyet etmiştir. Türbesi dikdörtgen biçiminde olup iki yanlarda çifter, ön ve arkada ise tek kemerli açık bir türbedir. Böylece genellikle dört payeye dayanan, dört kemerli ve üstü kubbeli açık türbeler geleneğine de bir yenilik getirilmiştir.[22] Türbesi içine eserlerinin listesini şair dostu Mustafa Sâî yazmıştır. Sâî Mustafa Çelebi, bu dünyadaki yol arkadaşlığının son bulduğunu görerek onun mezar kitabesini şu satırlarla bitirir: “Geçti bu demde cihandan pîr-i mi‘mârân Sinân.”[23] Mezarı 1935’te Türk Tarihi Araştırma Kurumu tarafından açılmış ve kafatası incelenmek üzere alınmıştır.


Mimar Sinan’ın Türbesi (Süleymaniye)
Mimar Sinan’ın Türbesi (Süleymaniye)

6. MİMAR SİNAN’IN ÖĞRENCİLERİ

    Mimar Sinan, Baş Mimar olduktan sonra yoğunluğundan dolayı imparatorluktaki her eseri bizzat inşa edemiyor ve ayrıntılarıyla uğraşamıyordu. Bazı yapıları sadece planlarını çizdikten sonra inşaat süreçlerini yetiştirip inşaatın olduğu şehre gönderdiği öğrencileri vasıtasıyla takip ediyordu. Bu bize o dönemde yapılan projelerin kağıt üzerine çizilmiş olarak inşa edildiğinin de kanıtı olmuştur.   

    Baş Mimar olduktan sonra artık onun idaresinde olan Hassa Mimarlar Ocağı, mimar olmak isteyen gençlerin eğitim aldığı bir okuldu. Mimar Sinan’ın bu okulda gerektiğinde teorik dersler vererek yetiştirdiği, ama asıl pratikte tecrübeler kazandırmak için yanında devamlı bulunan usta-çırak ilişkisi içinde yetiştirdiği öğrencileri vardı. Bu öğrencilerden Mimar Davud Ağa, Mimar Dalgıç Ahmed Çavuş, (Sedefkar) Mimar Mehmed Ağa kendisinden sonra mimarbaşı olmuşlardır.

     Bu öğrencileri içinde en ünlüsü ise Mehmed Ağa (1606-1617) olup, hocası gibi bir devşirmeydi. Midye, istiridye gibi canlıların iç kabuğundaki pırıltılı ve sert olan maddeyi yani sedefi işlemedeki becerisinden dolayı “Sedefkar” unvanını almıştır. Mavi-beyaz çinilerle süslü olduğu için İngilizcede “Blue Mosque” olarak adlandırılan Sultan Ahmed Cami onun eseridir.


Sultan Ahmed Cami
Sultan Ahmed Cami

Bir diğer öğrencisi İsa Efendi ise Babür hükümdarı Babür Şah’ın eşi için Hindistan’da inşa ettirdiği anıt mezar Tac Mahal’in mimarıdır. Ne yazık ki dünya bu yapıyı, yeterince tanıtımı yapılamadığı için olsa gerek, genellikle bir Moğol eseri olarak bilmektedir.

7. DÜNYADA MİMAR SİNAN

     Mimar Sinan evrensel bir mimardır. Onun tasarımlarında çağlar üstü geçerlilikte olan bir mimarlık görürüz. Mimar Sinan’ın Osmanlı’da faaliyet göstermeye başladığı yıllarda Avrupa’da “Rönesans” yaşanıyordu. İtalyan Rönesans mimar ve heykeltıraşlarından Michelangelo ile Palladio, Sinan’ın çağdaşıdırlar. Venedik’te diplomat olan Marcantonio Barbaro, Palladiao’nun Venedik baş mimarı olmasını sağlayan kişiydi ve İstanbul’da elçilik görevinde bulunmuştu. Palladio’nun tasarladığı St. Giorgio Maggiore Kilisesi’nin Mimar Sinan’ın yapılarından izler taşıması bundan dolayı olsa gerektir.


St. Giorgio Maggiore Kilisesi
St. Giorgio Maggiore Kilisesi

Michelangelo’nun eseri olan St. Peter Bazilikası’ nın iç mekânı ise yine İstanbul’daki Mimar Sinan eserlerinden izler taşır. XX. Yüzyılın önemli mimarlarından Le Corbusier (1887-1965) seyahatlerinde İstanbul’un şehir mimarisine hayran kalmıştır. Ona göre Sinan, yapıları doğal ışığı dışarının farkında olarak içeride bulunmayı mümkün kılacak şekilde inşa etmiştir.[24]

     ABD’nin ünlü gazetesi The Times’ın, 2012’de Mimar Sinan’ı anlatan bir sayfası vardır. Buradaki yazıda Sinan’ın XVI. yüzyılda yaşayan hiçbir mimara benzemediği, özellikle belirtilerek dünyaca bilinen mimarları anlatmak için kullanılan İngilizcede bir deyim haline gelmiş olan “starchitect” (yıldız mimar) sıfatı kullanılmıştır. Türkiye’ye Selimiye ve Süleymaniye camilerini incelemek için gelen içinde mimarlar, inşaat mühendisleri ve jeofizik mühendislerinin olduğu Japon bilim insanları grubu, Mimar Sinan’ın camilerinin minarelerindeki raylı sistemleri görüp hayran kalmışlardır. Bu raylı sistemler sayesinde minareler her yöne yaklaşık 5 derece esneyebiliyor, bu sayede de depreme dayanıklı oluyorlardı. Japonların günümüzde inşa ettikleri gökdelenleri, bu sistemi modelleyerek oluşturdukları modern raylı sistemlere dayanmaktadır.

8.MİMAR SİNAN’IN MODERN ÇAĞ’DA ALDIĞI ÖDÜLLER VE ADININ YAŞADIĞI YERLER

    UNESCO’nun 1972 tarihli Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi’ne göre evrensel standartları karşılayan eserler Dünya Mirası sayılır.[25] Listeye Mimar Sinan’ın 2 eseri girmiştir: 2007’de Drina/Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü Köprüsü, 2011’de ise Selimiye Cami Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yerini almıştır.

    Türkiye’de 1982-1995 tarihlerinde tedavülde olan 10 bin Türk lirası banknotunda Mimar Sinan ve Selimiye Cami resmedilmiştir.


1982-1995’te tedavülde olan on bin liralık kâğıt para
1982-1995’te tedavülde olan on bin liralık kâğıt para

 

ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma) Vakfı,1990’dan beri başlattığı Sinan’a Saygı Projesi’ ni halen sürdürmektedir. Bu kapsamda verdiği Yapıların Diliyle İstanbul eğitimiyle İstanbul’un arkeolojik geçmişini, mimarlarını ve üsluplarını ortaokul öğrencilerine anlatmaktadır. Beyoğlu’ndaki ÇEKÜL Evi’nde bulunan Bilgi ve Belge Merkezi’ndeki bölümlerden birisi de Mimar Sinan’a Saygı Kitaplığı olup, burada onun hayatı ve eserleri hakkında 153 kitap bulunmaktadır. [26]

   Mimar Sinan’ın adı İstanbul’un Ataşehir, Esenler, Çekmeköy, Fatih ilçelerinde; İzmir Aliağa ve Konak’ ta; Aydın Efeler’de; Ankara Çankaya’daki mahallelere verilmiştir. Mimar Sinan’ın adını yaşatan en ünlü kurum ise içerisinde kendine ait bir araştırma merkezi de bulunan İstanbul’daki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’dir. Merkür üzerindeki kraterler, tarihte iz bırakan şahıslar, sanatçılar ve bilim insanlarının isimlerinin verilmesiyle ünlüdür. “Sinan” ismi de 1976’da Uluslararası Astronomi Birliği’nin kararıyla Merkür’ün üzerinde yer alan bir kratere verilmiştir.


Sinan Krateri
Sinan Krateri

    SONUÇ

      Mimar Sinan dünya mimarları arasında ve Türk- İslam sanatı alanında yetişen en yetenekli, en iyi mimardır. Onun büyük bir sevgi ve heyecanla yaptığı eserleri günümüzde hala kullanılabilir durumdadır. Osmanlı Devleti’nde yeniçerilikten Mimar Başılığa uzanan hayatının büyük kısmında İstanbul’da yaşamış ve eserleriyle en çok o şehri zenginleştirmiş olan bu kıymetli mimarla birlikte adeta Osmanlı mimarisi “Sinan’dan önce” ve” Sinan’dan sonra” olarak dönemlere ayrılmıştır. Katıldığı seferlerini hem savaşarak, hem de mimarlığına katkısı olacak olan eserleri inceleyerek adeta bir fırsata çevirmiştir. Onun dehası, estetik zevki ve hesaplamalarındaki mükemmel oranla birleşince ortaya şaheser dediğimiz yapıları çıkmıştır. Gerek hanedan üyeleri için gerek sadrazam, paşa beylerbeyi gibi döneminin ileri gelen devlet adamları için, gerek de kendisi için inşa ettiği yapılarında Osmanlı ve dünya mimarisinde daha önce hiç bilinmeyen, denenmemiş yöntem ve teknikleri cesurca uygulayıp çok güzel sonuçlar almıştır. Onun çalışma azmi, iş ahlakı ve mesleğine duyduğu sevgi gibi insani yönleri de hepimize örnek olmalıdır.

     Kubbe-mekân ilişkilerini yapılarında en güzel şekilde oluşturup yerleştirerek mimaride bir “Sinan Okulu/Ekolü” oluşmasını sağlamış ve yeni buluşlarını en başta ülkesine, Osmanlı mimarisine kazandırmıştır. Mimar Sinan oluşturduğu kubbeler senfonisi ile daima Allah’ın arşına yakın olmak ister gibidir. Mimar Sinan yapılarındaki dokunuşlarıyla klasik bir otorite haline getirdiği yapılarıyla Osmanlı’nın dışarı açılan yüzü olmuş, zira Osmanlı’nın dış düşmanları ve “aydınlanma çağı” yaşadıklarını ileri süren Rönesans sanatçıları, Osmanlı İmparatorluğu’nu dışarı yansıyan bu mimari yapılarla daha doğru şekilde tanıyıp, hayran kalmışlar ve örnek almışlardır. Bu hayranlık günümüzde de sürmeye devam etmektedir.

    Mimar Sinan’ın modern çağda aldığı evrensel ölçütlerdeki ödüllerle yapılarının korunması ulusal sorumluluğumuz dışında tüm dünya insanlarına evrensel bir miras olarak bırakılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü gösteren bu yapılar bizler tarafından en başta doğru şekilde tanınmalı, korunmalı, tanıtılmalı ve hakkını verilerek sahip çıkılmalıdır. Bu açıdan günümüzde git gide sadece ihtiyacı karşılamak üzere yapılan sanat zevkinden yoksun, betonarme, cam yükü, adeta gökyüzünü görmemizi engelleyecek kadar devasa binalar yerine daha dinamik, tabiata uygun, estetik zevkte ve aynı zamanda güvenli binalar yapılması hem insanların yaşam alanlarını güzelleştirmek hem de iyi bir şehir kompozisyonu oluşturmak için vazgeçilemez unsurlar olsa gerektir.

    Son olarak Mimar Sinan’ın bugün bazı kişilerce tek dikkat çekilmeye çalışılan yönü onun hangi milletten veya dinden olduğudur. Bunların hiçbirinin aslında onun dehası ve mütevazı yaşamından daha önemli olmadığı anlaşılmalıdır. Ailesi ve kendisi en başta Hristiyan olsa da daha sonra, Müslüman olmuş, inşa ettiği yapılar İslam dinini nasıl içselleştirip bu samimiyeti nasıl dışarı aktardığının en güzel örnekleri olmuştur. Böylece o her şeyden önce ve her şeyden çok “içimizden biri” olmayı seçmiştir.

KAYNAKÇA

ASLANAPA, Oktay. Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2019.

 

 --------------------------. Mimar Sinan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992.

 

BAHADIROĞLU, Yavuz. Mimar Sinan: Mimarideki Osmanlı Mührü, Panama Yayıncılık, Ankara, 2019.

 

EYİCE, Semavi. “Mimar Sinan”, Türkler Ansiklopedisi, C. XII, ed. H. Celal Güzel-Kemal Çiçek- Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.79-85.

 

GÜNAY, Reha. Mimar Sinan Neden Bir Tasarım Dehasıdır? Yem Yayınları, İstanbul, 2019.

 

GÜNDÜZ, Filiz. “Minare”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. XXX, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, s.98-101.

MÜLAYİM, Selçuk. “Sinan”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. XXXVII, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s.224-227.

 

YILDIRIM, M. Esra. Mimar Sinan National Geographic İz Bırakanlar Dizisi, ed. Şebnem Özdemirci, Beta Basım Yayın, İstanbul, 2019.


[1] Selçuk Mülayim, “Sinan”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. XXXVII, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s. 224.

[2] M.  Esra Yıldırım, National Geographic İz Bırakanlar Dizisi, ed. Şebnem Özdemirci, Beta Basım Yayın, İstanbul, 2019, s. 6.

[3] Selçuk Mülayim, a.g.e., s. 224.

[4] Semavi Eyice, “Mimar Sinan”, Türkler Ansiklopedisi, C. XII, ed. H. Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 79

[5] Semavi Eyice, a.g.e., s. 80.                                                                                                                                   

[6] Reha Günay, Mimar Sinan Neden Bir Tasarım Dehasıdır? Yem Yayınları, İstanbul, 2019, s. 46.

[7] “Selatin” sultan kelimesinin çoğulu olup, sultan ve ailesi adına yapılan camilerdir. Bu camiler iki ve daha çok minaresi olabilmesiyle diğer camilerden ayrılırdı. Osmanlı’da diğer kişilerin yaptırdığı camilerde iki ve daha fazla minare olması yasaktı. Minarelerle ilgili daha detaylı bilgi için bkz: Filiz Fündüz, “Minare”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. XXX, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, s. 98-101.

[8] Oktay Aslanapa, Mimar Sinan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992, s. 9.

[9] Semavi Eyice, a.g.e., s. 84.

[10] Yarım kubbeleri destekleyen çeyrek kubbe.

[11] Semavi Eyice, a.g.e., s. 85.

[12] Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2019, s. 257.

[13] Semavi Eyice, a.g.e., s. 85.

[14] Taşıyıcı bir yapı elemanı olup, ağırlığı yanlardaki ayaklara vererek yükü dengeli şekilde dağıtır. Bir yapı içinde bulunan açıklıktan geçmenin düz yatay kiriş dışında ikinci ve daha estetik bir yoludur. 

[15] Reha Günay, a.g.e., s.114.

[16] Oktay Aslanapa, a.g.e., s. 264-266.

[17] Semavi Eyice, a.g.e., s. 86.

[18] M. Esra Yıldırım, a.g.e., s. 31.

[19] Selçuk Mülayim, a.g.e., s. 225.

[20] M. Esra Yıldırım, a.g.e., s. 42.

[21] Minarede müezzinin ezan okumak üzere çıktığı balkon şeklinde düzenlenmiş yer. Osmanlı Devleti’nde bir camiyi kimin yaptırdığı minarelerdeki şerefe sayısından belli olurdu.

[22] Semavi Eyice, a.g.e., s. 85.

[23] Selçuk Mülayim, a.g.e., s. 225.

[24] M. Esra Yıldırım, a.g.e., s. 45.

[25] M. Esra Yıldırım, a.g.e, s.46.

[26] M. Esra Yıldırım, a.g.e., s. 35,43.

 
 
 

Comments


bottom of page